Canım o kadar yanmış ki, aradan on yıl geçmesine rağmen dün gibi hatırlıyorum. Çizgi filme dalıp geometri ödevime başlamadığım gibi, pergelimi kaybettiğimi son anda hatırlamıştım. Bir koşu köşedeki kırtasiyeye gitmek farz olmuştu. Soğuk bir kış günüydü.
Üzerimde annemlerin en az birkaç sene giymem için aldıkları kocaman kaban vardı, lacivert. Kapşonunun iki ucundan sarkan ipi annem sıkı sıkı gererdi ki açılmasın; yüzüme rüzgar vurmasın.
Gittim kırtasiyeye. Kırtasiyeci amcaya “Pergel alabilir miyim?” diye soramadan o beni “Selam yakışıklı!” diyerek buyur etti. Ne utanç, ne üzüntü! Adam beni erkek sandı. Fena oldum; miğdeme ağrılar girdi. Sesimin titreyeceğini henüz konuşmaya başlamadan sezerek, girdiğim gibi kırtasiyeden çıktım. Bir daha da o kırtasiyeye o kabanla gitmedim. Lacivert değil, daha feminen renklerde kabanlar aldım kendime. İçeri girmeden önce hava ne kadar soğuk olursa olsun atkımı çıkardım; uzun ve dalgalı saçlarımı iki yanıma aldım; gülümsedim.
22 Ocak 2011 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)