Sayfalar

28 Nisan 2011 Perşembe

Amargi'deki Erkek

Son zamanlarda feminist hareket içindeki yeni tartışmalardan Amargi içindeki iki senelik karşılıklı sürecimizin çok değerli olduğuna dair inancım bir kat daha arttı. Bunu zaten bir ortamda anlatacaktım ama 8 mart öncesi ve sonrasıdaki tartışmalar çabuklaştırdı. Tabii bugünden geçmiş daha bir farklı gözüküyor, birçok kavram oturmuş ve yeni sorular zihnimde ortaya çıkmış oluyor. Unutmuş olduğum birçok detay da vardır. Umarım bir başkası veya birileri de bu deneyimi kendi bulundukları yerden anlatırlar. Ordan nasıl yaşandığını da  merak ediyorum.


2007’nın sonuna doğru, sonbaharda Amargi’de gönüllü olarak çalışmaya başladım. Bu ilk gelişim değildi, 2001’de de bir süre için Amargi’de yer almıştım ama bir lezbiyen olarak. Dolayısıyla o dönemden beri Amargi’de olanlar beni lezbiyen kimliğiyle tanıyordu. Ben ise birkaç senedir kendimi bir iç değerlendirmeden geçiriyordum. Lezbiyen kimliğinin, dolayısıyla kadın kimliğinin içinde pek rahat hissetmiyordum. Hayatım boyunca böyle hissettim ama bu sese kulak verebilme cesaretini yeni göstermiştim. Zaten biraz da bu arayışın sonucunda gelmiştim buraya.

2008’de önce birkaç kişiye sonra da bir genel toplantıda herkese trans erkek olarak açıldım. Ortaklaştığımız nokta “kadınlık deneyiminden” geçtiğim için tabii ki burada olacaktım. Açıkçası ilk başlarda bu “kadınlık deneyiminin” neye işaret ettiğini anlamamıştım, bana “sen kadınsın” dendiğini düşünüp paniklemiş ret etme noktasına gelmiştim. Bence hala da zor anlaşılıyor çünkü bunu duyan birçok trans kadın kendisine “erkek, trans erkek de kendisine “kadın” dendiğini, yani kimliğinin tanınmadığını düşünüyor. Doğmadan önce belli bir beklentiyle, doğduktan sonra genital organlarımıza bakılarak kadın veya erkek olduğumuza hükmediliyor ve hiçbir irademiz olmadan bu cinsiyete göre yetiştiriliyoruz. Böylece kimimiz kadınlık, kimimiz de erkeklik deneyiminden geçirilmiş oluyoruz. Biz transların şimdi veya 3.5 yaşındayken de kendimizi nasıl tanımladığımız önemsenmiyor ve görülmüyor. Dolayısıyla evet, bir kadınlık deneyiminden geçtim, kadın olarak algılandığım her yerde de bu deneyimden geçiriliyorum. Bir trans erkek arkadaş bunu “zorunlu kadınlık deneyimi” olarak tanımlamıştı ki bu tanım bana çok daha doğru geliyor. Tabii ki herkes bu tanımın içinde rahat hissetmeyebilir. Bir başka trans erkek buna “trans deneyimi” demeyi tercih etmişti. .

Genel toplantıda herkes “trans erkek ne demek”, “ben neden açıldım” anlamıştı. Yani ben öyle zannettim. Sonra böyle olmadığı anlaşıldı. Bazıları küçük arkadaş muhabbetlerinde veya atölye çalışmalarında birebir sordukları sorularla anlamadıklarını belli ettiler. Cinsiyet kimliği ve toplumsal cinsiyet kimliği hiçbir yerde çok fazla konuşulan bir konu değil. Üzerine yazılmış çok fazla yayın da yok, haliyle toplumun geneli neyse, onun küçük bir yansıması olan Amargi de öyleydi. Hatta buradaki veya dışarıdaki lbt bireyler de homofobik veya transfobik olabildiğine göre şaşılacak hiçbir şey yoktu.

Amargi’deki herkes birbirinden farklı geçmişlerden, deneyimlerden geliyorlardı. Bazıları için lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, transgender kelimeleri çok yeniydi, daha önce hiç karşılaşmamışlardı. Bazıları içinse lgbt bireyleri birlikte politika ürettikleri, dayanıştıkları, arkadaşlık kurdukları insanlardı. Hem açık bir trans olmak hem de konuşmaya açık olmak sizi bir çeşit danışma merkezi haline getirebiliyor. Sorusu olan, kafası karışık olan sizle sohbet etmek isteyebiliyor. Varsın, olsun. Zaman içinde birkaç kişi lezbiyen ve biseksüel olarak açıldı. Bir süre sonra bazı insanlar Amargi’nin nüfusunun çoğunu lbtlerin oluşturduğunu düşünmeye başladı. Şöyle bir diyalog geçmişti ki unutamıyorum. Cinsel şiddet üzerine çalışan grubun  toplantısındaydık. Bu altı kişiden biri olan daha önceki Amargi sürecimden de tanıdığım arkadaş –ne güzel farklılıklarımızla bir aradayız, eskiden lbt bireyleri burada kalamıyordu şimdi ise farklı, süper iyi bir şey bu hissiyle- “şurda bir avuç heteroseksüel kaldık” dedi. Bir kişi  “beni heteronormativetinin içinde saymayın” diyerek itiraz etti. İki kişi ise “evet ya şurda bir avuç heteroseksüel kaldık” derken gözlerinde ve beden dillerindeki tehdit altında kalmış hissini okuyabiliyordunuz. Zaman içinde karşılıklı muhbabetlerin artmasıyla bakışlar ve bence, hisler de değişti. Benim de bu kişiler hakkında birçok önyargım vardı ama onların yaşam deneyimlerini öğrenince benim de tavrım değişti. Birbirine değmek dedikleri buydu.

Açılmadan önce karşılaşabileceğim sorular, sözler ve davranışlar konusunda bir iki tahiminim vardı ve bunlar gerçekleşti: Bazıları “düşman gruba” geçtiğim için “kızkardeşliğe ihanet ettiğimi” düşündü ve bozuldu. Feminizm zannedildiği gibi erkek düşmanı değildir ama heteronormatif ve ataerkil sistem kendini kadın ve erkek ikiliği üzerinden yürüttüğü için feminizm de bazı  stratejilerilerini bu ikilik üzerinden geliştirmiştir. Kapıdan giren herkesin “kadın” olduğuna dair kesin inanç bu hayalkırıklığının nedenlerinden biriydi. Bu kurumdaki insanların farklı cinsiyet kimliklerine sahip olabileceklerinin fark edilmemesi  söz konusuydu.

Bazıları da “senin benden ne farkın var diye” sordu. Önceleri bu soruya “doğru” cevap verebilmek için çok uğraştım sonra kendimi açıklamak durumunda kalmamın bir şiddet biçimi olduğunu düşünmeye başladım. Hiç kimse trans olmayan bir kadına veya trans olmayan bir erkeğe neden kendilerini “kadın”ya da “erkek” olarak tanımladıklarını sormuyordu. Sadece biz trans bireyler bu soruyla muhatap oluyorduk. Soruyu tersine çevirdim, “senin benden ne farkın var?”. Bir süre düşündü, emin olmayan bir sesle  “biyolojiden herhalde” dedi.

En çok sorulan soru “sence trans kadınlar ve trans erkekler toplumsal cinsiyet normlarını yeniden üretiyorlar mı” sorusu. Bunun üzerine düşündüklerimi Hassas Terazi adlı yazımda yazmıştım ama kısaca cevaplamak istiyorum: herkes kadar üretiyoruz. Daha az veya daha fazla değil. Ben hala bir kadın bedenine sahibim ve “ben trans erkeğim” diyorum. Bu cümleyi her söylediğimde karşımdaki kişi görüntüm, halim ve tavrıma bakıp ikna edilmeyi bekliyor. Bir trans erkek “ben erkeğim” dediğinde düşünüldüğü gibi çevresindeki herkes onu hemen “erkek” olarak kabul etmiyor aksine bazıları onu “geldiği yere geri göndermek” istiyor. Dolayısıyla o bildiğimiz toplumsal cinsiyet normlarını kendimi ifade etmek için kullanmak zorunda bırakılıyorum. Kabul edildiğimi hissettiğim yerlerde bu normlara daha az ihtiyaç duyuyorum.

Bazıları da “erkekliğin avantajlarından yararlanmak istediğimi”söyledi. Daha burada açılmadan önce bu sorunun bir başka feminist örgütte çalışan bir trans erkek arkadaşa da sorulduğunu duymuştum. Kendi iç sorgulamam süresince çok fazla Türkçe yayına ulaşamadım ama sağolsun Google kardeş önüme bir sürü terim ve yaşam hikayesi yığdı. Özellikle feminist hareket içindeki trans bireylerin hikayelerinde toplumsal cinsiyet normları üzerinden sorulan soruların ortak olduğunu gördüm. Önce ben kendime sordum: erkekliğin avantajları için mi trans erkektim? Sonuçta ben de bu toplum içinde büyüdüm. Annem babam Uranüs gezegeninden buraya gelmediler. Dolayısıyla erkeklerin avantajına olan şeyleri istedim. Elbette çocukluğumdan beri “erkeklere ait olduğu söylenen”, kısaca “erkeklik” denen, öğrendiğim ve bugüne kadar getirdiğim bir dizi davranış ve düşünceye sahiptim, hala da sahibim. Lambdaistanbul deneyimimden ve okuduğum erkeklik üzerine makalelerden farklı erkeklikler olabildiğini gördüm. Ben nasıl bir erkek olmak istiyordum? Ben insanlar üzerinde (kadın ve erkek) tahakküm kuran bir erkek olmak istemediğime karar verdim. Verdiğim kararın hayatımı daha da kolaylaştırmayacağı kesindi. Kendinizi “erkek” olarak kabul ettirmeye çalışırken karşınızdakinin algısına göre o meşhur kodları kullanmak durumunda kalıyorsunuz. Çünkü düz bir cümleyle cinsiyet kimliğinizi söylediğinizde şaşkın veya alay eden bir sırıtmadan başka bir şey göremeyebiliyorsunuz. Evet o sırada erkekliğin avantajından da yararlanmış olıuyorsunuz. Fakat birçok kadın da hem trans olmayan bir birey olmanın avantajından yararlanıyor, hem de çoğu zaman mecburen “kadınlık rollerini” kullanmak durumunda kalabiliyor, feministler de bundan azade değil.

Bir kadın örgütünde trans erkek olarak açılmanın kendine özgü özellikleri de varmış. Bir kere belli bir nedenle[1] sadece kadınlara açık olan bir mekanı, alanı “işgal” ettiğiniz düşünülebiliyor ve bunun yarattığı bir panik de söz konusu. Sanırım kimse “içeriden” birinin trans erkek olarak açılabileceğini düşünmediği için “faka basmış” hissetmiştir.

Bir süre üzerime “siz erkekler şöyle şiddet uyguluyorsunuz”, “siz erkekler böyle yapıyorsunuz” cümleleri yağdı. “Dışarıdaki” erkekleri işaret eden ama benim üzerime boca edilen isyankar cümleler. Bütün erkeklerin günahlarını omzumda taşıdığımı hissettim. O andaki hissiyatım bir arkadaşımın anlattığı deneyimine çok benziyordu: Kürt örgütünde çalışan arkadaşıma etnik kökeni “Türk” olmadığı halde örgüttekiler onu egemenin sembolu olarak görüp birlikte ortak ideallere sahip olduklarına inanamamış ve ona karşı şüphe duymuşlardı.
Kendime “lezbiyen” dediğim zamanlarda kimse ne düşündüğümü merak etmemişti ama trans erkek olarak açıldıktan sonra neredeyse herkes benim ev içi emek, şiddet, vs. konularında ne düşündüğümü çok merak ediyordu. Bu insanın üzerinde biraz baskı yaratıyordu. “Yanlış bir şey söylersem yandım” diye endişelenmedim değil. Halbuki, “feministim ve burada çalışmak istiyorum” diyenler olduğu gibi kendini feminist olarak tanımlamayan, feminist ideolojinin ne dediğini bilmeyen kadınlar da Amargi’nin kapısından içeri giriyordu. Belki aynı baskıyı onlar da hissetmişlerdir, kim bilir. Çok uzun süre konuşamadım. Kafam karışmıştı. Bir süre, konuşursam “aa bak erkek ya ahkam kesiyor işte” diye algılanacağından çekindim. Bir de bilmediğin bir konu olarak düşündüğüm için konuşmaktan çekiniyordum.

Bence Amargi’de (ve aslında feminist harekette) erkek denilince homojen, tek tip bir erkeklik algısı var. Transseksüel erkek, transgender ve  trans olmayan erkek[2] arasında fark yokmuş gibi davranılıyor. Ben açılırken kendimi bir transseksüel erkek olarak anlatmadım ama “erkeğim” dediğim için bu şekilde algılandığımı düşünüyorum. Transseksüelliğin en ayırt edici özelliği [3] yapsa da yapmasa da, sürekli olarak kendini özdeşleştirdiğin cinsiyetin bedenine geçme arzusu duymaktır. Bir başka deyişle hep ait olduğun cinsiyetin bedenine dönmektir. Ben ise böyle bir devamlı arzu duymuyorum, varacağım bir son nokta yok.  Bedenimde bazı değişiklikler yapmayı düşünüyorum ama ne penis yaptırmak ne de mavi kimlik almak istemiyorum. Bir yandan zorunlu kadınlık deneyimi, diğer yandan da bir erkeklik deneyimi yaşıyorum. Bu erkeklik deneyiminin bir kısmını ben istiyorum bazıları da bana dayatılıyor, yapmazsam “tam erkek” sayılmıyorum. İçsel olarak algıladığımız şey farklı olmayabilir ama geçirdiğimiz tüm o tecrübeler –kimliğini kabul ettirme çabaları, cinsiyet geçişi sürecinde [4] yaşadıklarımız- bir yanıyla trans olmayan erkeklerin yaşadıklarından farklı birçok yanıyla da benzerlik gösteriyor. Hatta transseksüel ve transgender erkeklerin kendilerini tanımlama, ifade etme biçimleri arasında bile farklar var.

Birçok kişi feminist bakış açısını benimseyip benimsemediğim, feminist olup olmadığımı soruyordu. Amargi’nin etrafında dolaştığım, bir türlü içine giremediğim, girdiğimde de içinde hissetmediğim o 2001 yılından trans erkek olarak açıldığım 2008’ye kadar kendime feminist dememişim. Bu süreçte feminist literatüre ait bayağı bir şey okudum Okuduklarımdan, dinlediklerimden feminist eşittir kadın cümlesini çıkarıyordum. Kendimi de kadın olarak tanımlamadığıma göre feminist filan değildim. Fakat okumaları arttırınca farklı feminizmler olduğunu gördüm. İkinci dalga beni içine almıyordu, çünkü bir kadın cinsiyeti tanımlıyor ve bunun üzerinden sorunları gündemleştiriyordu. Kadına yönelik şiddetin ve ayrımcılığın deşifre edilmesinde hala ihtiyaç duyulan bir bakış açısı. Fakat burada önemli soru “kadın kimdir” sorusu. Bu kadını neye göre tanımlıyoruz? İkinci dalga tüm kadınları içerdiğini düşünen bir feminizm. Halbuki üçüncü dalganın ikinci dalgaya en büyük eleştirisi tüm kadınları –farklı ırk, din, mezhep, etnisite, cinsel yönelim- kapsamadığı yönündeydi. Queer feminizm, transfeminizmin ise adları var ama deneyim olarak pek görünür değildi. Fakat Amargi içinde de farklı feminizmler ve feminizm hakkında farklı görüşler var. Kimisi feminizmin öznesi sadece kadınlardır diyordu, kimisi feminizm bir bakış açısıdır, yöntemdir dolayısıyla bu yöntemi benimsemiş kişilerle politika yapılabilir diyordu. Yine de trans olmayan erkeklerle Amargi’de politika yapılamayacağı konusunda herkes netti.
Bana herhalde pro-feminist olmak daha bir uygun düşerdi. Bu nedenle “biz erkek değiliz inisiyatifi’ne de katıldım. “zorunlu kadınlık deneyiminden” veya “kadınlık deneyiminden” geçtiğini kabul ediyorsan Amargi’de var olabilirdin. Ortaklaşabildiğimiz ana payda buydu. Bu yüzden kendime feminist de dedim. Bazıları “sokakta kadınlık deneyimi yaşamak” diye ifade ediyor, burada kafam yine karışıyor. Testosteron kullandığımı –sakalım çıktı, sesim kalınlaştı, bedenim kaslandı- ve dışarıda erkek olarak algılandığımı varsayalım. O güne kadar yaşamak zorunda bırakıldığım kadınlık deneyimi benim zihnimden ve belki de bedenimden kayıp mı oldu? Uçtu mu? Ben açabildiğim –ama kendimi dayatmadığım- alanlarda yer almayı tercih ediyorum, önemsiyorum. Bazı trans erkekler de kendilerini sadece pro-feminist olarak tanımlıyor. Bence önemli olan kim, nerde, nasıl kendini ifade edebiliyor, kendine uygun görüyorsa ve iyi hissediyorsa o şekilde ve o yerde var olmalıdır, olabilmelidir.

2008’den bugüne kadar birçok konuda tartıştık, birlikte çalıştık. Bence herkes birbirinden etkilendi. Hala tartışılmamış, uzlaşıya varılmamış konular var. Fakat Amargi’nin en iyi özelliği –herkesin katkısıyla- her şey konuşulabiliyor. Konuşmak için zemin yaratılabiliyor. Bunu önemsiyorum. Birçok yerde eşitler olarak tartışamıyoruz bile. Ben “nasıl davranıyorum, neler diyorum, kendimi (erkekliğimi) nasıl kurguluyorum” üzerine daha fazla sorguluyorum, başkaları da trans, eşcinsel, biseksüel ve diğer cinsellikler konusunda ilk karşılaşmaları yaşadı. Birçoğu benim olmadığım ortamlarda transerkeklerle ilgili her konuda benim söyleyeceklerimi söylüyor. Eskiden ben kadınların yaşadıkları ayrımcılık veya şiddet üzerine konuşamazken  artık her ortamda feminist ilkelerle insanlara bir şeyler anlatırken buluyorum kendimi. Daha ne olsun.


Dipnotlar:
[1] Kamusal alandan dışlanan kadınların güçlenmek için kendilerine alan açmaları feminizmin çıkış noktalarından biridir.
[2] Trans olmayan erkek kulağa yabancı gelse de yaygınlıkla kullanılan “biyolojik erkek” yerine kullanıyorum. Cinsiyet geçişine girse de girmese de bir transın, yani benim bedenim de biyolojik bir bedendir. Android değiliz!
[3] Tıp tarafından tanımlanmış bir tanımı kullanmak istemiyorum ama çoğu transseksüel birey de kendisi için bu tanımı kullandığı için aldım.
[4] Cinsiyet geçişi süreci: tıp aracılığıyla devlet tarafından tanınmak –mavi veya pembe kimlik almak-  için geçirilmesi zorunlu bir prosedürdür. Psikoterapi, cinsiyet hormon kullanımı,  rahim, yumurtalık, testis, penis, vajina, göğüs aldıma ve yaptırma gibi çeşitli cerrahi müdahaleleri içerir. Böyle resmi ve gayri resmi (toplumsal baskı) bir zorunluluk olmadan bireyler ihtiyaç duydukları her türlü değişikliği yapabilmelilerdir. .

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder